Duaları

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Kuran-ı Kerim
  4. »
  5. Secde suresi tefsiri – Anlamı ve Fazileti

Secde suresi tefsiri – Anlamı ve Fazileti

admin admin -
48 0
Secde suresi anlamı ne demek istiyor? Fazileti ve detaylı bilgiler.

Secde suresi, Arapça ve Türkçe yazılışına ilgi gösteren vatandaşlar arasında popülerdir. Mekke döneminde indirilen bu sure, toplamda 30 ayetten oluşmaktadır. Sure, adını müminlerin Allah’a secde etmelerinden bahseden 15. ayetten almıştır. Ayrıca, surede Allah’ın kudreti, ahiret günü, kitaplar, peygamberler ve insanın yaratılışı gibi konular ele alınmaktadır.

Secde Suresi Arapça ve Türkçe Oku

besmele nasıl çekilir, arapça ve türkçe

1.Elif lâm mîm.
2.Tenzîlul kitâbi lâ raybe fîhi min rabbil âlemîn(âlemîne).
3.Em yekûlûnefterâhu, bel huvel hakku min rabbike li tunzire kavmen mâ etâhum min nezîrin min kablike leallehum yehtedûn(yehtedûne).
4.Allâhullezî halakas semâvâti vel arda ve mâ beynehumâ fî sitteti eyyâmin summestevâ alâl arş(arşi), mâ lekum min dûnihî min veliyyin ve lâ şefîi(şefîin), e fe lâ tetezekkerûn(tetezekkerûne).
5.Yudebbirul emre mines semâi ilâl ardı summe ya’rucu ileyhi fî yevmin kâne mıkdâruhu elfe senetin mimmâ teuddûn(teuddûne).
6.Zâlike âlimul gaybi veş şehâdetil azîzur rahîm(rahîmu).
7.Ellezî ahsene kulle şey’in halakahu ve bedee halkal insâni min tîn(tînin).
8.Summe ceale neslehu min sulâletin min mâin mehîn(mehînin).
9.Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâra vel ef’idete, kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).
10.Ve kâlû e izâ dalelnâ fîl ardı e innâ le fî halkın cedîd(cedîdin), bel hum bi likâi rabbihim kâfirûn(kâfirûne).
11.Kul yeteveffâkum melekul mevtillezî vukkile bikum summe ilâ rabbikum turceûn(turceûne).
12.Ve lev terâ izil mucrimûne nâkısû ruûsihim inde rabbihim, rabbenâ ebsarnâ ve semi’nâ ferci’nâ na’mel sâlihan innâ mûkinûn(mûkinûne).
13.Ve lev şi’nâ le âteynâ kulle nefsin hudâhâ ve lâkin hakkal kavlu minnî le emleenne cehenneme minel cinneti ven nâsi ecmaîn(ecmaîne).
14.Fe zûkû bi mâ nesîtum likâe yevmikum hâzâ, innâ nesînâkum ve zûkû azâbel huldi bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
15.İnnemâ yu’minu bi âyâtinellezîne izâ zukkirû bihâ harrû succeden ve sebbehû bi hamdi rabbihim ve hum lâ yestekbirûn(yestekbirûne). (SECDE ÂYETİ)
16.Tetecâfâ cunûbuhum anil medâcıi yed’ûne rabbehum havfen ve tamaan ve mimmâ razaknâhum yunfikûn(yunfikûne).
17.Fe lâ ta’lemu nefsun mâ uhfiye lehum min kurrati a’yun(a’yunin), cezâen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
18.E fe men kâne mu’minen ke men kâne fâsikan, lâ yestevûn(yestevûne).
19.Emmâllezîne âmenû ve amilûs sâlihâti fe lehum cennâtul me’vâ nuzulen bi mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
20.Ve emmâllezîne fesekû fe me’vâhumun nâr(nâru), kulle mâ erâdû en yahrucû minhâ uîdû fîhâ, ve kîle lehum zûkû azâben nârillezî kuntum bihî tukezzibûn(tukezzibûne).
21.Ve le nuzîkannehum minel azâbil ednâ dûnel azâbil ekberi leallehum yerciûn(yerciûne).
22.Ve men azlemu mimmen zukkire bi âyâti rabbihî summe a’rada anhâ, innâ minel mucrimîne muntekimûn(muntekimûne).
23.Ve lekad âteynâ mûsâl kitâbe fe lâ tekun fî miryetin min likâihî ve cealnâhu huden li benî isrâîl(isrâîle).
24.Ve cealnâ minhum eimmeten yehdûne bi emrinâ lemmâ saberû ve kânû bi âyâtinâ yûkınûn(yûkınûne).
25.İnne rabbeke huve yafsilu beynehum yevmel kıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn(yahtelifûne).
26.E ve lem yehdi lehum kem ehleknâ min kablihim minel kurûni yemşûne fî mesâkinihim, inne fî zâlike le âyâtin, e fe lâ yesmeûn(yesmeûne).
27.E ve lem yerav ennâ nesûkul mâe ilâl ardıl curuzi fe nuhricu bihî zer’an te’kulu minhu en’âmuhum ve enfusuhum e fe lâ yubsirûn(yubsirûne).
28.Ve yekûlûne metâ hâzâl fethu in kuntum sâdikîn(sâdikîne).
29.Kul yevmel fethi lâ yenfeullezîne keferû îmânuhum ve lâ hum yunzarûn(yunzarûne).
30.Fe a’rıd anhum ventezır innehum muntezırûn(muntezırûne).

Secde Suresi Türkçe Meali 1. Sayfa

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.

Elif, Lam, Mim.
Kendisinde şüphe olmayan bu Kitab’ın indirilişi, alemlerin Rabbi tarafındandır.
Yoksa: “Onu uydurdu” mu diyorlar? Hayır, o, senden önce kendilerine bir gocundurucu (uyarıcı) peygamber gelmemiş olan bir kavmi gocundurasın (uyarasın) diye, Rabbin tarafından gelen bir gerçektir, gerek ki hidayeti kabul ederler.
Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine hükümranlığını kurmuştur. Sizin için O’ndan başka ne bir sahibiniz, ne de bir şefaatçiniz vardır. Artık düşünmez misiniz?
Gökten yere (yukarıdan aşağıya) kadar bütün işleri o düzenleyip yönetir, sonra da sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir.
İşte görülmeyeni de görüleni de bilen, herşeye gücü yeten, çok merhametli olan O’dur.
O ki, yarattığı herşeyi güzel yarattı ve insanı yaratmaya da bir çamurdan başladı.
Sonra onun neslini bir sülaleden (değersiz bir sudan) yaptı.
Sonra onu düzenli bir şekle sokup, içine kendi ruhundan üfledi ve sizin için işitmeyi, o görmeleri ve gönülleri yaptı. Siz çok az şükrediyorsunuz!
Bir de: “A! Yeryüzünde kaybolup gittikten sonra mı, gerçekten biz mi muhakkak yeni bir yaratılışta olacağız?” dediler. Fakat onlar Rablerine kavuşmayı inkar eden kafirlerdir.
De ki: “Size tayin edilmiş olan ölüm meleği canınızı alacak, sonra döndürülüp Rabbinize götürüleceksiniz!”

Secde Suresi Türkçe Meali 2. Sayfa

Bir görsen o zaman suçluları; Rablerinin huzurunda başlarını eğmişler: “Ey Rabbimiz, gördük ve dinledik. şimdi bizi geri çevir de, iyi bir amel işleyelim; çünkü biz kesin inanç sahibi olduk.” derlerken.
Eğer dilemiş olsaydık, herkese hidayetini verirdik; fakat tarafımdan şu söz verildi: “Elbette ve elbette cehennemi bütün cin ve insanlardan dolduracağım!”
O halde bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz için (azabı) tadın, işte Biz de sizi unuttuk. Yapıp durduğunuz işler yüzünden tadın ebedi azabı!
Bizim ayetlerimize öyle kimseler iman ederler ki, onlarla kendilerine öğüt verildiği zaman secdelere kapanırlar ve Rablerine hamd ile tesbih ederler de büyüklük taslamazlar.
Yanları yataklarından aralaşır (uzaklaşır), korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz azıklardan hayıra sarfederler.
Şimdi kimse, yaptıklarına karşılık onlar için gizlenmiş olan gözler sürurunu (ne gibi sevindirici bir nimet saklandığını) bilemez.
Öyle ya inanan kimse fasık olan gibi olur mu? Onlar eşit olamazlar.
Evet, iman edip de o salih amelleri işleyen kimselerin yaptıklarına karşılık konukluk olarak kendilerine Me’va cennetleri vardır.
Ama fasıklık etmiş olanların barınakları ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya geri çevrilirler ve kendilerine: “Haydi tadın o ateşin yalanlayıp durduğunuz azabını!” denir.

Secde Suresi Türkçe Meali 3. Sayfa

Şu da bir gerçek ki, onlara en büyük azaptan önce o yakın azaptan (dünya azabından) da tattıracağız, belki dönerler.
Rabbinin ayetleriyle (kendisine) öğüt verilip de sonra onlardan yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir. Muhakkak Biz, suçlulardan intikam alırız.
Andolsun ki (Biz) vaktiyle Musa’ya kitap vermiştik. Şimdi de sen ona kavuşmaktan şüpheye düşme. Onu İsrail oğulları için bir hidayet rehberi kılmıştık.
İçlerinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yolu gösteren öncül imamlar (önderler) yetiştirmiştik. Onlar ayetlerimize kesin bir şekilde sarılmışlardı.
Şimdi ihtilaf edip durdukları şeylerde şüphesiz ki, Rabbin kıyamet günü aralarında ayrıca hükmü verecektir.
Onları doğru yola hala iletmedi mi, kendilerinden önce yurtlarında gezip dolaştıkları nice kuşaktan helak etmiş olmamız? Şüphesiz bunda (alınacak) ibretler vardır; hala kulak vermeyecekler mi?
Ya hiç görmediler mi, Biz kır bir yere suyu salıveriyoruz da onunla bir ekin çıkarıyoruz; ondan hayvanları da yiyor, kendileri de? Hala gözlerini açmayacaklar mı?
Bir de: “Ne zaman (gelecektir) o zafer, eğer doğru söylüyorsanız?” diyorlar.
De ki: “İnkar edenlere o zafer günü iman etmeleri fayda vermez ve onlara göz açtırılmaz.”
Şimdi onlardan yüz çevir de gözet, çünkü onlar da gözetiyorlar.

Secde Suresi Konusu

Secde Suresi konusu, Önceki sûrenin (Lokmân) sonunda Allah’ın birliğinin delillerine ve dünya hayatından sonra gelecek âhiret gerçeğine değinilmişti. Bu sûreye de peygamberlere ve onların getirdiklerine iman konusuyla başlanmıştır. Başta olduğu gibi sonda da ilâhî kudretin delilleri üzerinde düşünme çağrısına temel teşkil eden örnekler verilmiştir. Öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğuna dikkat çekilen sûrede hakiki müminlerin özellikleri ve kavuşacakları nimetlerle inkârcılıkta ısrar edenlerin karşılaşacakları cezalar üzerinde durulmuştur.

Secde Suresi Nuzül
Mushaftaki sıralamada otuz ikinci, iniş sırasına göre yetmiş beşinci sûredir. Mü’minûn sûresinden sonra, Tûr sûresinden önce Mekke’de inmiştir. 16-20 veya 18-20. âyetlerinin Medine’de nâzil olduğuna dair rivayetler de vardır.

Secde Suresi Fazileti
Secde Suresi fazileti, Hz. Peygamber’in geceleri Secde ve Mülk sûrelerini okumadan uyumadığına dair rivayetler bulunmaktadır (Dârimî, “Fezâilü’l-Kur’ân”,

Secde Suresi Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
Secde Suresi Kur’an-ı Kerim’de kaçıncı sayfadadır?
Secde Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 414. sayfada başlar, 416. sayfada biter.

Secde Suresi kaç ayettir?
Secde Suresi, 30 ayetten oluşur.

Secde Suresi hangi cüzde yer alır?
Secde Suresi, Kur’an-ı Kerim’de 21. cüzde yer alır.

Secde Suresi kaç sayfadır?
Secde Suresi, Kur’an-ı Kerim’de toplam 3 sayfa içinde yer alır.

Secde Suresi Tefsiri

Kur’an Yolu Tefsiri kitabından Secde Suresi Tefsiri aşağıdadır.

Secde Suresi 1. Ayet Tefsiri

Bazı sûrelerin başında yer alan bu harfler, ayrı ayrı okunduğundan dolayı “hurûf-ı mukattaa” diye anılır (bilgi için bk. Bakara 2/1). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 348

Secde Suresi 2-3. Ayet Tefsiri

Resûlullah’ın tebliğ görevine başlamasının üzerinden epeyce bir zaman geçmesine rağmen, Mekkeli putperestler hâlâ Kur’an’ı kendisinin uydurduğu iddiasını yayarak etrafındakileri hak dine girmekten alıkoymaya çalışıyorlardı. Sûreye, dikkat çekme ve uyarma anlamı da taşıdığı kabul edilen “elif-lâm-mîm” harfleriyle başlanıp hemen ardından bu kitabın bütün evrenin görüp gözeticisi olan Allah katından geldiği ve kendilerine uzun bir süredir bir uyarıcı gelmemiş bu ilk muhatapların, onu bir nimet sayacakları yerde hak peygamberi uydurmacılıkla itham etmelerinin çelişki olduğu vurgulanmaktadır.Hz. Muhammed aleyhisselâmın ilk muhataplarına kendisinden önce uyarıcı gelmemiş olmasından maksadın ne olduğu açıklanırken genellikle bu toplumun ümmî oluşu (ilâhî bir kitaba sahip olmayışı) üzerinde durulur. Her ne kadar âyetin ifade tarzı bu topluma baştan beri hiçbir peygamberin gelmemiş olduğu anlamını düşündürüyorsa da, naklî ve aklî deliller burada kastedilenin şu olduğunu göstermektedir: Bunların hidayet yolunu tanımalarından sonra içine düştükleri dalâlet döneminden beri kendilerine bir uyarıcı gelmemişti. Öte yandan âyetten, Resûlullah’ın sırf bu toplumu uyarmak için gönderildiği gibi bir mâna çıkarılması yanlış olur; bu ifadede amaç muhatap kitlesiyle ilgili bir sınırlandırma getirmek değil, ilk muhataplar hakkında özel bir vurgu yapmaktır. Benzeri bir durum Hz. Peygamber’e gelen ilk vahiylerde uyarma görevine yakınlarından başlamasını isteyen ifadelerde (Şuarâ26/214) görülür (Râzî, XXV, 166-167). Burada Hz. Îsâ ile Hz. Muhammed arasında geçen zaman diliminde yaşayan toplumların (fetret ehli) kastedildiği yönünde bir yorum da yapılmıştır (Şevkânî, IV, 284). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 348-349

Secde Suresi 4-9. Ayet Tefsiri

Düşünenler için gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri, kısaca bütün evreni yaratanın Allah olduğunu, O’ndan başka gerçek dost ve hâmi bulunmadığını farketmenin zor olmayacağı ve insanların kendileri bakımından göreceli de olsa bir önemi bulunan zaman kavramını, gerek duyular âleminde gerekse onun ötesinde olup biten her şeyi hakkıyla bilen Allah için düşünmelerinin yanlış olacağı hatırlatılmakta; görebilen gözlerin O’nun yarattıklarındaki eşsiz estetiği kolayca yakalayabileceğine, basit bir maddeden yaratılmış olan insanın asıl değerini âlemlerin rabbinin ona değer vermesinden ve onu duyduklarını anlama, gördüklerinden sonuç çıkarabilme ve idrak kabiliyeti gibi sorumluluk gerektiren melekelerle donatmasından kaynaklandığına dikkat çekilmektedir (“Allah’ın evreni altı günde yaratması”, “arş ve arşa istivâ” hakkında bilgi için bk. A‘râf 7/54; “Allah katındaki bir günün insanların hesabına göre bin yıl olduğu” ifadesi hakkında açıklama için bk. Hac 22/47; “yüce Allah’ın insana kendi ruhundan üflemesi”nin açıklaması için bk. Hicr 15/29).Tefsirlerde 4. âyette “Allah’tan başka şefaatçinin bulunmadığı” ifade edilirken özellikle müşriklerin şu anlayışlarının reddedildiği belirtilir: Putperestlerin bir kısmı “Biz göklerin ve yerin bir yaratıcısının bulunduğunu kabul ediyoruz; fakat bu putlar gezegenlerin sûreti (sembolü) olduğundan biz onlardan güç ve destek alıyoruz”; bazıları da “Bunlar meleklerin sûreti olup bize şefaatçi olacaklardır” diyorlardı. Bu iddiaya karşı âyette Allah’tan başka ilâh bulunmadığı gibi Allah’ın izni olmadan kimsenin yardımcı ve şefaatçi de olamayacağı bildirilmektedir (Râzî, XXV, 171). Allah şefaat eden değil, katında şefaat edilendir. Ancak, O’nun katında şefaat edecekler O’na rağmen, O’ndan bağımsız olarak değil, O’nun izin ve rızâsıyla şefaat edebileceklerdir (şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48, 255).7. âyette geçen Cenâb-ı Allah’ın yarattığı her şeyi güzel kıldığına ilişkin ifadeyi Zemahşerî şöyle açıklar: Allah Teâlâ’nın yarattığı her şey hikmetin gereklerine ve maksada uygunluk ilkesinin icaplarına göre düzenlenmiştir; güzellik bakımından kendi aralarında derecelendirilebilirse de bütün yaratılmışlar güzeldir. “Güzel yapma” anlamına gelen ahsene fiilinin Arapça’daki bazı özel kullanımlarından hareketle bu cümleyi, “Her bir şeyi nasıl yaratacağını çok iyi bilir” şeklinde anlayanlar da olmuştur (III, 219). Bu ifade için yapılan diğer bazı yorumlar şöyledir: a) Allah gerek güzel gerekse çirkin her şeyi yaratmakla mükemmel bir sanat ortaya koymuştur; b) Her şeyi uygun biçimde ve yerli yerince yaratmıştır; c) Yarattığı her şeye muhtaç olduğu bilgiyi ilham etmiş yani onları fonksiyonlarına uygun biçimde programlamıştır (Taberî, XXI, 94; İbn Ebû Hâtim, IX, 3104).“… Ve ruhundan ona üflemiş” ifadesinde insana verildiği bildirilen ruha, “Allah’ın ruhu” demek, Kâbe’ye “Allah’ın evi”, kula “Allah’ın kulu” demek gibidir. Bu ifade onların önemli, değerli, özel ve şerefli olduklarını gösterir. Bunların, Allah’ın bir parçası, içinde oturduğu evi, hizmetinde kullandığı kölesi diye anlaşılması O’nun zat ve sıfatları hakkında verdiği bilgilere ters düşer. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 349-350

Secde Suresi 10. Ayet Tefsiri

İnkârcıların toprağa karışıp gittikten sonra yeniden yaratılmayı alaycı bir üslûpla eleştirmelerine değinilmekte ve “Aslında onlar rablerinin huzuruna çıkacaklarını inkâr etmekteler” denilerek, onların Allah’ın huzurunda hesaba çekileceklerini, bir başka anlatımla sadece öldükten sonra dirilmeyi değil bütünüyle âhiret hayatını inkâr ettiklerine dikkat çekilmektedir (Zemahşerî, III, 320; Şevkânî, IV, 288). Âyetin ifade akışı, onların bu tutumunun, Allah’ın varlığını inkâr etmekten değil, cesetlerinin çürümesinden sonra yeniden can kazanmasını kabullenmek istememelerinden kaynaklandığını göstermektedir; nitekim başka birçok âyette de belirtildiği üzere onlar Allah’ın varlığını ve kudretini kabul etmekteydiler. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 351-352

Secde Suresi 11. Ayet Tefsiri

Bu âyette ve birçok hadiste (meselâ bk. Buhârî, “Cenâiz”, 69; İbn Mâce, “Cihâd”, 10) insanların canını almakla görevlendirilen melekten ölüm meleği diye söz edilmektedir. Bu kavram ve Tanrı tarafından ölümü gerçekleştirmek üzere melek veya meleklerin görevlendirildiği inancı Yahudilik’te ve Hıristiyanlık’ta da vardır. Rabbilere (yahudi din bilginlerine) ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği adı yer alır ki bunlardan biri Azrael’dir. İslâmî literatürde ve müslümanlar arasında da ölüm meleğinin Azrâil adıyla anılması yaygınlık kazanmıştır. Azrâil kelimesi muhtemelen İbrânîce asıllı olup Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde geçmemektedir. Burada ve başka bazı âyetlerde can almakla görevli melek hakkında tekil kalıbı kullanıldığı halde, bir kısım âyetlerde de (meselâ Enfâl 8/50; Nahl 16/32-33) kelimenin çoğul şekli (melâike) kullanılmıştır. Buradan hareketle bu âyette geçen ve Azrâil olarak bilinen meleğin ruhları almakla görevli melekler topluluğunun reisi olduğunu veya meleklerden yardımcılarının bulunduğunu söylemek mümkündür. Bazı âyetlerde, ölüm meleklerinin kötülüklerden korunan müminlerin ruhlarını kabzederken şefkat ve merhametle davranıp kendilerine selâm verdikleri (Nahl 16/32), kötülüklere saplanarak kendilerine zulmedenlerin canlarını alırken ise yüzlerine ve arkalarına vurarak onlara karşı sert ifadeler kullandıkları (Nisâ 4/97; A‘râf 7/37; Enfâl 8/50; Muhammed-47/27) belirtilirse de; Azrâil’in dünyayı kaplayacak kadar büyük, yetmiş bin ayaklı, dört bin veya dört kanatlı, canlıların sayısınca gözü ve dili, dört tane yüzü olduğu, bir kimsenin canını alacağında Allah’ın önüne düşürdüğü yapraktan onun ismini okuyup onu kırk gün sonra öldürdüğü gibi bilgilerin Kur’an ve sahih hadislerden dayanağı bulunmamaktadır; bu tür hurafeler Hz. Ebû Bekir ve Ömer dönemlerinde müslüman olan bazı yahudi mühtedilerin rivayet ettikleri İsrâiliyat türünden haberlere dayanmaktadır (Ahmet Saim Kılavuz “Azrâil”, DİA, IV, 350-351; melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 352

Secde Suresi 12-14. Ayet Tefsiri

Bu âyetlerde âhiret sahnelerinden biri canlı bir biçimde tasvir edilip güçlü bir uyarı yapılmaktadır: Dünya hayatının var ediliş hikmeti olan sınavın süresi sona erdikten sonra iman etmenin ve pişmanlık sergilemenin hiçbir değeri olmayacaktır; bu sebeple herkes ecel gelip çatmadan aklını başına toplamalı ve Allah’ın ezelî ilmindeki gerçekle yüz yüze gelmeden kendisine tanınan fırsatı değerlendirmelidir. Yüce Allah dileseydi elbette herkesin dünya hayatında doğru yolu izlemesini sağlayabilirdi; fakat O, bu hayatı şuurlu varlıklar için bir imtihan alanı kılarak anlamlandırmayı murat etmiş, yükümlü tuttuğu varlıklara da bunu bildirmiştir. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın cehennemi hem insanlardan hem de cinlerden bir kısmı ile dolduracağını haber vermesi onları peşinen mahkûm etme değil, aksine kendilerine tanınan fırsatı hatırlatma anlamı taşımaktadır. Nitekim 14. âyette, günahkârlara verilen cezanın gerekçeye bağlandığı, bu cezanın mutlaka kendi yaptıklarına karşılık olduğu belirtilmektedir. Ayrıca birçok âyet ve hadiste, kişinin işlemediği bir günahtan ötürü ceza görmeyeceği, hatta şartlarına uygun bir tövbe ve benzeri vesilelerle günahlarının bağışlanacağı, buna karşılık yaptığı her iyiliğin de karşılığını göreceği bildirilmiştir. Şu halde 13. âyetten çıkarılması gereken sonuç şu olmaktadır: Cennet ve cehennem sembolik bir anlatımın ögelerinden ibaret sanılmamalı, vahiy yoluyla âhiret hayatına dair verilen bilgiler sorumluluk bilincini sürekli biçimde zinde tutmayı sağlayan birer gerçeklik olarak algılanmalıdır. 12. âyette geçen mücrimîn kelimesinin sözlük anlamı “suçlular, günahkârlar” olmakla beraber, burada öncelikle –10 ve 11. âyetlerde belirtildiği üzere– öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerden ve dünyada iken inanmadıklarını âhirette itiraf edenlerden söz edildiği için bu kelimeyi “inkârcılar” şeklinde anlamak gerekir. 14. âyette inkârcıların âhiret gününü hatırdan çıkarmasından ve buna karşılık âhirette de ellerinden tutulmamasından söz edilirken “unutmak” anlamına gelen nisyân masdarından türetilmiş fiiller kullanılmıştır. Bazı müfessirler bunlardan birincisini gerçek anlamda “unutmak” yani hiç hatırına getirmemek şeklinde anlamışlarsa da, tefsirlerde daha çok birincisinde inkârcıların dinî bildirimleri ihmal ve terketmeleri, ikincisinde de ilâhî yardımdan yoksun bırakılıp ateşe terkedilmeleri anlamına ağırlık veren yorumlar yapılmıştır (Taberî, XXI, 99; Şevkânî, IV, 290-291; İbn Âşûr, XXI, 225-226). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 353

Secde Suresi 15-19. Ayet Tefsiri

İnkârcıların hakikatleri açık seçik gördükten sonra “Artık kesin olarak inandık” diyeceklerini, ama bunun Allah katında bir değer taşımayacağını bildiren âyetleri takiben, kimlerin gerçek mânada iman etmiş sayılacakları açıklanmakta, bu kapsamdakilerin övgüye lâyık hallerinden ve kendileri için hazırlanan nimetlerin eşsizliğinden söz edilmektedir. Buna göre gerçek müminler Allah’ın âyetlerine sırf O’nun katından gelmiş olduğu için teslimiyet gösterenlerdir. Müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kibirden uzak olmaları, Allah’ın âyetlerine derin bir saygı duymaları ve rablerini hamd ile tesbih etmeleri gelmektedir. Bu da kişinin ancak, kendisi için en büyük değerin yüce yaratıcıya kul olma idrakinde yattığını anlaması halinde evrendeki yerini iyi belirleyebileceğini ve insana yaraşır bir hayat sürmeyi başarabileceğini göstermektedir.İbn Âşûr, burada müminlerin Allah’ın âyetleri hatırlatıldığında hemen secdeye kapanmalarından ve rablerini hamd ile tesbih etmelerinden söz edilmesinin, imanın en üst düzeyinde bulunanları ve Resûlullah’ın ashabının o gün bilinen bir durumunu anlatmak üzere yapılmış bir tasvir olduğunu, dolayısıyla bu nitelikleri taşımayanların gerçek mânada iman etmiş sayılmayacakları gibi bir anlam çıkarılamayacağını belirtir (XXI, 227-228). Secdeye kapanmanın tam teslimiyetin ve kulun mâbuduna olan derin saygısının sembolü olduğu ve âyette büyüklük taslamamaya özel vurgu yapıldığı dikkate alındığında, kanaatimizce, o dönem için dahi lafzî bir yoruma gitmeksizin, burada Allah’a gayb yoluyla iman etme, kulluk tevazuu ve bilinci içinde O’na gönülden teslimiyet ve saygı göstermenin övüldüğü anlamı öne çıkarılabilir.Âyetin, “Vücutları yatak görmez” diye çevrilen kısmını lafzan “Yanları yataklardan ayrı kalır, uzak durur” şeklinde tercüme etmek mümkündür. Tefsirlerde, burada övgüyle sözü edilen müminlerin Allah’ı anmak, O’na yalvarmak, ibadet etmek ve özellikle nâfile namaz kılmak için gece uykularını terketmelerinin kastedildiği yorumuna ağırlık verildiği ve değişik gece namazı türlerinin zikredildiği görülmektedir (bk. Taberî, XXI, 99-102; Râzî, XXV, 180; Şevkânî, IV, 291). Burada daima Allah’ı anan ve O’nu asla dilinden, gönlünden uzak tutmayan müminlerin kastedildiği yorumunu yapanlar da olmuştur (Taberî, XXI, 101). Âyette geçen korku ve ümit, bir taraftan Allah’ın azabına uğramaktan endişe duyarken diğer taraftan da O’nun rahmetinden ümit kesmemek şeklinde açıklanır. Müminin hayata ve geleceğe bakışı konusunda dengeli olmayı öğütleyen bu içerikteki âyet ve hadislerden hareketle İslâm âlimleri havf ve recâ terimlerini geliştirmişlerdir. Özellikle tasavvufta bu terimler üzerinde geniş bir biçimde durulmuştur (bu konuda bk. Hicr 15/49-50).15-16. âyetlerde müminlerin övgüyle anılan özelliklerinin başında kişinin rabbine mutlak saygı ve teslimiyet içinde bulunması gelmektedir. Böyle bir imanın davranışlara yansıması da iki yönlü olmaktadır. Bu tezahürün psikolojik yönü, insanın kendisini sürekli kontrol altında tutabilmesi, ne kadar geniş imkânlar içinde veya ne büyük mahrumiyetlerle karşı karşıya olursa olsun kendisini olayların akışına bırakıvermemesi, özellikle ibadet ve duadan güç alarak bir irade sınavı içinde olduğunun bilincini koruması; sosyal yönü de, kişinin içinde yaşadığı sosyal ortamı ve başkalarına karşı ödevlerini görmezden gelmemesi şeklinde ifade edilebilir ki, âyette “Kendilerine verdiğimiz rızıktan da Allah için harcarlar” buyurularak bu hususa dikkat çekilmiştir (infak hakkında bk. Bakara 2/245, 254, 261).Dünya hayatını insana yaraşır biçimde değerlendirebilenlerin âhiretteki en büyük ödülleri Allah’ın kendilerinden hoşnut olduğunu öğrenmeleri olacaktır. Dünyadaki güzel davranışları karşılığında orada verilecek nimetlerin bu hayattaki tasavvurlara sığmayacağı birçok âyet ve hadisten anlaşılmaktadır. Resûl-i Ekrem Cenâb-ı Allah’ın, “Ben sâlih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiçbir beşerin hayal edemeyeceği şeyler hazırladım” buyurduğunu ifade ettikten sonra Secde sûresinin 17. âyetini okumuştur (Buhârî, “Tefsîr”, 32/1). 19. âyette geçen cennetü’l-me’vâ tamlamasını bazı âlimler müstakil bir isim olarak düşünmüşlerdir; bu anlayışa göre tamlamayı “Me’vâ cenneti” şeklinde ve bir özel isim tarzında çevirmek gerekir. Fakat hâkim kanaate göre burada geçen “sığınılacak, barınılacak yer” anlamındaki me’vâ kelimesi cenneti nitelemektedir (Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 376); bu sebeple, belirtilen tamlama, meâlinde “huzur içinde kalacakları cennetler” şeklinde çevrilmiştir.İnsanların dinden bağımsız değer ölçüleri dinî-ilâhî olanlarla örtüşmeyebilir. 18. âyette mümin ile inanmayanların veya günaha batmış bulunanların aynı değerde olmadıkları ortaya konmakta; takip eden âyetlerde de bu değer farkının âhiretteki yansıması açıklanmaktadır. Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 355-357

Secde Suresi 20-22. Ayet Tefsiri

İlk cümlede geçen ve sözlükte “günah işlemek” anlamına gelen feseka fiilinin buradaki bağlamında –başka bazı âyetlerde de olduğu gibi– günahların en büyüğü olan “inkârcılıkta diretme” mânasında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bu sebeple, 20. âyette sözü edilen kişiler meâlinde “günaha batanlar” şeklinde ifade edilmiştir. Tefsirlerde genellikle, 21. âyette geçen “büyük azap”tan maksadın âhiret azabı olduğu belirtilir; “yakın azap” ise daha çok dünya hayatındaki belâ ve sıkıntılar şeklinde açıklanır. Bazı müfessirler bunu kabir azabı olarak yorumlamışlar; İbn Mes‘ûd’dan da burada müşriklerin Bedir Savaşı’nda mağlûp olacaklarına işaret bulunduğu yorumu nakledilmiştir (bk. Taberî, XXI, 108-111; İbn Ebû Hâtim, IX, 3110). İnkârcılık günahına saplananlara yakın azabın mutlaka tattırılacağı ve bunun tuttukları yanlış yoldan dönmelerine fırsat verme amacı taşıdığı belirtildiğine göre, bu ifadeyle söz konusu kişilerin dünya hayatında vicdan muhasebesi yapmalarına imkân sağlayan özellikle maddî-mânevî sıkıntılara ve bunalımlara mâruz bırakılmasının kastedildiği söylenebilir. Müteakip âyette kendisine bu tür fırsatlar sağlandığı halde bağnaz tutumunda direnen kişinin haksızlığın zirvesine tırmanmış ve artık cezayı kesin olarak hak etmiş olduğunun belirtilmesi de bu mânayı desteklemektedir. 23. Âyetin, “Bu kavuşma hakkında şüphen olmasın” şeklinde çevrilen kısmında yer alan zamirin neyin veya kimin yerini tuttuğu hususundaki tercihe göre bu kısım için değişik yorumlar yapılmıştır. Bunların başlıcaları şöyledir: a) O kitabın Mûsâ’ya ulaşmış olmasından kuşku duyma, b) Mûsâ’nın Allah’a kavuşmasından yani o kitabı vahiy olarak Allah’tan aldığından şüphen olmasın, c) Mûsâ’ya (Mi‘rac gecesinde veya âhirette) kavuşacağından kuşkun olmasın, d) Mûsâ’nın karşılaştığı durumlarla yani bazı eziyetlerle senin de karşılaşacağında tereddüdün olmasın, e) Senin de kitaba kavuşacağından şüphen olmasın (Tabersî, VIII, 111; Râzî, XXV, 186; Şevkânî, IV, 295). Âyette sûrenin başında değinilen hususu yani Kur’an’ın âlemlerin rabbi olan Allah tarafından indirildiği gerçeğini teyit için Hz. Mûsâ örneğine yer verilmektedir. Şu halde burada Yûnus sûresinin 94. âyetinde olduğu gibi, Hz. Muhammed’e, yakın çevresindekilerin bildiği üzere önceki bazı peygamberlere nasıl Allah tarafından vahiy ve kitap verilmişse kendisine de yine O’nun katından bir kitap verilmekte olduğu ve Hz. Mûsâ gibi kendisinin de bu vahyin tamamını alacağından şüphe duymaması gerektiği bildirilmektedir (Zemahşerî, III, 223). Burada ilâhî kitaplar arasındaki kaynak ve öz birliğine işaret bulunduğu fikrine de dikkat çekildiği söylenebilir; fakat Süleyman Ateş’in “Bu âyetlerden de Kur’an’da ma‘rife olarak kullanılan “el-kitâb” ile, daha önce Mûsâ’ya ve ondan sonraki peygamberlere verilmiş olan Tevrat ve eklerinin kastedildiği anlaşılmaktadır” (VII, 110-111) şeklindeki düşüncesine, özellikle Kur’an’ı Tevrat’ın “eki” olarak nitelemesine katılmak mümkün değildir (anılan müellifin bu konudaki çelişkili ifadelerinin eleştirisi için bk. Âl-i İmrân 3/3; Ankebût 29/45). Kaynak :

Secde Suresi 23. Ayet Tefsiri

Andolsun biz Mûsâ’ya kitabı vermiştik; ona kavuşma hakkında şüphen olmasın ve biz onu İsrâiloğulları için kılavuz yapmıştık.

Secde Suresi 24. Ayet Tefsiri

Kur’an’ın birçok yerinde İsrâiloğulları’na verilen nimetlerden ve kendilerine sağlanan üstünlükten söz edilir. Fakat burada da vurgulandığı üzere içlerinden doğru yolu gösteren rehber ve önderler çıkarılması şeklinde tezahür eden büyük nimet, onların sağlam bir imana sahip olmaları ve Allah’ın buyruklarına uyma hususunda güçlüklere karşı direnmeleri, inançlarını muhafazada azim ve sebat göstermeleri şartına bağlanmıştır. Bu niteliklerini kaybettiklerinde nimeti ve ilâhî desteği de hak etmez duruma düşmüşlerdir. Onların bu konudaki zaaflarına da Kur’an’da değişik vesilelerle değinilmiştir. Âyetin “lemmâ saberû” şeklindeki kısmı “limâ saberû” şeklinde de okunmuştur; bu sebeple belirtilen kısma birinci kıraate göre, “iman edip sabrettikleri zaman, sürece” mânası verilebileceği gibi ikinci kıraate göre “iman edip sabrettikleri için” anlamı da verilebilir (Taberî, XXI, 112-113; sabır hakkında bk. Bakara 2/45; İsrâiloğulları hakkında bk. Bakara 2/40; Nisâ4/153-161; A‘râf 7/138-171). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 360

Secde Suresi 25-30. Ayet Tefsiri

Allah katından gelen bildirimleri düzmece olarak niteleyen inkârcılara evrendeki olaylar ve bunlara yön veren yüce kudret üzerinde düşünme çağrısı yaparak başlayan sûre, buna paralel bir içerikle, fakat bütün bu uyarı ve yol göstermelere rağmen iman etmemekte ısrar edenler için acı âkıbetin kaçınılmaz olduğu ve peygamberin de bu hususta başka yapacak bir şeyi bulunmadığı bildirilerek sona ermektedir. İnsanlar, Allah’ın kudreti karşısında kendilerinin ne kadar âciz olduğunu ve O’nun vaadinin gerçekliğini anlamaları için 26. âyette arkeoloji gibi beşerî bilimlerin, 27. âyette de jeofizik ve ziraat gibi pozitif bilimlerin verileri ışığında düşünmeye davet edilmekte, 28. âyette yine de hesap gününe inanmamakta direnen ve bu yöndeki uyarıları hafife alan kimselerin bulunduğu belirtilmekte, 29. âyette o gün gelip çattığında “iman ettik” demenin yarar sağlamayacağı hatırlatılmakta, son âyette de Resûl-i Ekrem’in ve onun yolundan giderek gerçekleri tebliğ etmeye çalışanların inatla inkârcılıklarını koruyanları zorla iman dairesine dahil etmek gibi bir görevlerinin bulunmadığı, tebliğ görevi yapıldıktan sonra onları irade sınavı ile baş başa bırakmak gerektiği bildirilmektedir. 28. âyetin “bu hüküm ne zaman?” şeklinde çevrilen kısmı, “Aramızdaki kesin hüküm ne zaman verilecek?” veya “Sözünü ettiğiniz bu mükâfat ve ceza ne zaman gelecek?” şeklinde açıklanmıştır. 29. âyetin “o hüküm günü” şeklinde tercüme edilen kısmı için “Bedir zaferinin kazanıldığı gün” veya “Mekke’nin fethedildiği gün” anlamını verenler olmuşsa da âyetin bağlamı burada kıyamet gününün kastedildiğini göstermektedir (Taberî, XXI, 116; Şevkânî, IV, 296). Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 360-361

Secde Suresi Hakkında

Mekke döneminin son yıllarında Mü’minûn sûresinden sonra nâzil olmuştur. 16-20. âyetlerinin Medenî olduğu rivayeti isabetli görülmemiştir (Âlûsî, XXI, 155). Adını, 15. âyette Allah’ın âyetlerine iman edenler tasvir edilirken geçen “sücced” (secde edenler) kelimesinden almıştır. Sûre, 16. âyette yine müminlerin vasıfları belirtilirken kullanılan “rablerine ibadet etmek amacıyla vücutları yataklarından uzak kalanlar” meâlindeki ifadede “medâci‘” (yataklar) kelimesinin yer almasından dolayı Medâci‘ sûresi olarak da anılır. Ayrıca sûrenin ikinci kelimesi secde lafzına izâfe edilerek Tenzîlü’s-secde ve diğer adı Secde sûresi olan Fussılat sûresinden ayırt etmek üzere bir önceki sûrenin adına bağlanarak Secdetü Lokmân diye de isimlendirilmiştir (Âlûsî, XXI, 155; Elmalılı, V, 3856; M. Tâhir İbn Âşûr, XXI, 138-140). Sûre otuz âyet olup fâsılası “ل، م، ن” harfleridir.

Secde sûresinin muhtevası Allah’ın varlığı, Kur’an’ın vahiy ürünü olduğu, ceza ve mükâfat günü olan kıyamette herkesin dünyada yaptıklarından sorumlu tutulacağı temel fikri etrafındaki hitap ve beyanlardan ibarettir. Birinci bölüm, Kur’an’ın insanları uyarmak maksadıyla indirilmiş vahiy ürünü bir kitap olduğunun beyanıyla başlar. Ardından bütün kâinatı en güzel şekilde yaratıp yöneten, ilk insanı çamurdan yaratıp insan türünü devam ettirecek öz suyu var eden aziz ve rahîm Allah’ın bir ve tek olduğu, insanların O’ndan başka başvuracağı bir yardımcısı ve dostunun bulunmadığı ifade edilir; buna rağmen söz konusu gerçeğin bilincine varıp Allah’a şükredenlerin sayısının pek az olduğu belirtilir (âyet: 1-9).

Puanla
[Total: 2 Average: 5]

İlgili Yazılar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir